hüküm günü


Bugün İngiltere’de seçim günü. Seçim kampanyası yaklaşık bir buçuk ay sürdü ve İngilizler seçimden çok liderlerin karakterleri ve geçmişlerini tartıştı. Türkiye’yi düşününce bu durum çok da garip gelmiyor. Ama bir fark var tabii. İngilizler sınıf meseleleriyle her zaman herkesten daha fazla ilgilenmiştir dolayısıyla en çok tartışılan da liderlerin sınıf mensubiyetleriydi. Tabii ki Marx’a falan referans verilmedi, mesele olabildiğince sulandırılarak tartışıldı. Mevzunun ana izlekleri için aşağıya buyurun:

David Cameron (Muhafazakâr Parti): Kral IV. William’ın soyundan geliyor. Aristokrat sınıftan çocukların gittiği Eton Koleji’ni bitirdi. Elbette ki aileden zengin.

Nick Clegg (Liberal Demokrat Parti): Beyaz Rus bir baronesin torunu, annesi Hollandalı, karısı İspanyol. Eton’un sosyal statü açısından bir kademe altındaki Westminster Koleji’ni bitirdi. Onun ailesi de yükünü epey tutmuştu.

Gordon Brown (İşçi Partisi): Halihazırdaki Başbakan (ki bugün muhtemelen koltuktaki son günü) köken itibariyle sıradan halka en yakın kişi olmakla övünüyor. Babası İskoçya Kilisesi’nde papazdı. Edinburg Üniversitesi’ne gitti ve orada solcu öğrencilerin lideri oldu. Oturduğu en güzel ev, yakında boşaltacağı Downing Sokağı 10 Numara’dakiydi.

yandaş medya nasıl olunur?




Evet, kimi gazete ve gazeteciler hükümetten yana. Bazısı açıktan, bazısı da mahcubiyetten utanıp kızararak destek bildiren yazılar yazıyor, manşetler atıyor, haber seçiyor, haber eliyor. Kimisiyse sadece muhalif değil, ayrıca muhalefeti de destekliyor. Biz de renklerini belli ettikleri için kızıyoruz onlara. İngiltere’de Perşembe günü yapılacak genel seçimler öncesinde, yandaş medya veya bir kısım medya nasıl olunurmuş bir bakalım. İngilizler’in bu küstah açıklığı aslında bizim mahcup medyamıza da tavsiye edilebilir. Sonuçta her şey ortada olur, herkes de rahat bir nefes alır, işine bakar.

Kategorizasyon New York Times’tan (Eric Pfanner'in Media Cache köşesi):

The Times: Muhafazakâr Parti’nin lideri David Cameron’u destekliyor.

The Sun: Avustralyalı medya baronu Rupert Murdoch’un güçlü tabloid gazetesi, geleneksel olarak Muhafazakârlar’ı destekliyor. O kadar ki, 1992 seçimlerinde Muhafazakârlar kazanınca, gazetede “Bizim gazımızla kazandılar” diye manşet atmışlardı.

The Economist
: Muhafazakâr Parti’yi destekliyor.

The Telegraph: 2. Dünya Savaşı’ndan beri gönlü Muhafazakârlar’da.

The Daily Mail: Genelde Muhafazakârlar’ı destekliyor.

The Guardian: Sol eğilimli gazete Nick Clegg’in anketlerde üçüncü çıkan Liberal Demokratlar'ını destekliyor.

The Independent: Sol eğilimli bir gazete daha. O da Liberal Demokratlar’ı destekliyor.

The Mirror: Kararlı biçimde Gordon Brown’un İşçi Partisi’ni destekleyen tek gazete.

chicago school


Biz trafiği çözmek için üçüncü köprüyü tartışaduralım, insana yakışır iş yapmak isteyenler durmuyor. İşte Chicago. Atlıyorlar bisiklete, yorulunca otobüse biniyorlar, bisikleti de otobüsün önüne iliştiriyorlar. Sonra inip tekrar asılıyorlar pedala.

çince tartışmalar, arjantin futbol takımının maçları...


Tom Waits, Fransız Le Figaro için kendi soruyor, kendi cevaplıyor:

Hangi tür sesleri beğeniyorsunuz?
Caddenin köşesinde gezgin vaizler, Manhattan’daki trafik sıkışıklığı, şarkı söyleyen karımın sesi, yaklaşan at ya da tren, okul çıkışındaki çocuklar, aç kargalar, akort edilen bir orkestra, kovboy filmlerindeki salon piyanoları, dağ treni, patlayan silah sesinin projektöre yansıması, çatırdayan buz, transistörlü radyodaki beyzbol turnuvası, eski para kasalarının sesi, step dansçıları, Arjantin futbol takımının maçları, kurbağa vıraklaması, bir restoranın mutfağı, eski filmlerin senaryosunun yazıldığı odalar, dört nala giden fillerin yürüyüş sesi, kızaran domuz eti, bando takımı, klarnet dersi, gramofon, boks çanı, Çince tartışmalar, yunus sesi, çocuk orkestrası, Zippo çakmağın sesi, limonatacı, traktör, keman sesi, tıkalı trompet, müzikal mızıka, güvercinler, martı, baykuş ve devamlı müzikle uğraşan bir dünya.

Uzun bir Tom Waits gecesinden sonra eski blogdan hırsızlama...

gazeteler işçi bayramını nasıl gördüler

Hürriyet: Söyleyecek bir şeyiniz yoksa; ancak olayı manşetten de görmeniz gerekiyorsa, o manşeti “Alkışlarla” gibi ne idüğü ne söylediği belirsiz, bomboş bir lafla kurarsınız.

Sabah: Mevcut siyasi tavrınız meseleyi önemsemeyi, geleneğiniz de içini boşaltmayı gerektiriyorsa olayı büyük görüp bulabildiğiniz en renkli kadın fotoğrafını, manşetin altına kocaman koyarsınız.

Zaman
: Bir tabunun yıkılması adına olayı görmeniz gerektiğini düşünüyorsanız; ama “anarşik”lerle derdiniz de aslen bitmemişse, yazıyı kavga, gerilim gibi kelimelerle doldurup manşetteki fotoğrafın altına yaza yaza “Taksim’deki kutlamaların olaysız geçmesi en çok çevredeki esnafı sevindirdi” diye yazarsınız.

Yeni Şafak: Sizin de 1 Mayıs’la falan pek ilginiz yoktur ama meydanın “Ak Parti” iktidarında işçilere açıldığını vurgulamak elbette önemlidir.

Yeni Asya, Vakit, Milli Gazete: Sizin için böyle bir gün yoktur, hiç olmamıştır, olduysa da kendisine ön sayfada ancak küçücük bir yer bulabilir. Elbette bir “gerginlik” haberi olarak.

Habertürk
: Olay sizin için aslen bir yönetim sorunudur; ama gösterilere taş koyan devlet kadar eline taş alan göstericilerin de şimdiye kadar işi bozduğunu söylemek zaruridir. İşçi Bayramı manşet haberinizde ön sayfada sadece Emniyet Müdürü’nü alıntılarsınız.

Taraf: İşçi Bayramının Taksim’de kutlanmasının sizin için bir tabuyu devirmekten öte bir anlamı yoktur.

Cumhuriyet: “Tehlikenin farkında mısınız” türü dolambaçlı işlerden artık siz de yorulmuşsunuzdur. Hem artık yıllardır atmayı istediğiniz manşetin günü de nihayet gelmiştir. “Emekçinin bayramını” gerine gerine, sevine sevine, haz alarak haberleştirirsiniz.

Radikal: Sizin için de güzel ve zevkli bir haberdir, geniş geniş görürsünüz. Ama belki coşkudan, diğer çoğu gazetenin de içine düştüğü kafa karışıklığına kapılıp, 1 Mayıs diye bağrınırken “İşçi Bayramı” demeyi unutursunuz; Taksim’deki kutlamanın en son katliamın yaşandığı 1977’de değil, 1978’de yapıldığını söylemeyi de atlarsınız.

Akşam
: Siz gerçekten sürprizli bir gazetesiniz. Kanımca “Taksim’ine bahar gelmiş memleketimin” manşetini neredeyse tüm sayfaya yayarak, bayrama en yakışır ön sayfayı siz hazırladınız. Manşetiniz diğer şaşkınlıklarınızı da örtüyor.

haiku herman


Avrupa Birliği’nin Lizbon Anlaşması’yla belirlenen yeni teşkilâtlanması heyecanla karşılandı ama teşkilâtın başına getirilen isimler çok eleştirildi. Bu senenin başında birliğin başkanlığına Belçika eski Başbakanı Herman van Rompuy, dışişleri bakanlığına da, daha önce AB Komisyonu’nda Ticaret Komiserliği görevini yürüten İngiliz Catherine Ashton seçilmişti. Bilen bilmeyen “düşük profilli” tanımını bu ikilinin üzerinden öğrendi; ikisi de sürekli “koltuğu dolduramamakla” ya da “silik olmakla” suçlandılar. Dün Lady Ashton’un görevi bırakabileceği haberi geldi. Anlaşılan bu eleştirilerden artık sıkılmış.

Van Rompuy da gidicidir bence; ama onu özel kılan yanını atlamayalım. Belçikalı van Rompuy’un arada bir sergilemekten zevk duyduğu bir meziyeti var. AB Başkanı bir haiku şairi; üstelik geçen aydan beri haikularını topladığı bir kitabı da mevcut. O kadar ki Haiku Herman da deniyor kendisine.

Haiku Japonların geliştirdiği bir şiir türü; ortadaki yedi diğerleri beş heceden ibaret üç dizeyle kuruluyor. Kafiye yok. Huffington Post’un söylediğine göre dünyada ancak 4 bin kadar haiku kitabı bulunuyor (biri de Metin Üstündağ’ın yeni çıkardığı Apartman Haikuları olsa gerek.

Peki nasıl yazıyor van Rompuy? İşin piri Japonlar’a bakılırsa pek yetenekli sayılmaz. Soğuk görüntüsünün altında sanki istese birliği dağıtmasına yetecek hırsı olduğundan şüphelendiğim Belçikalı’nın anlaşılan özgüveni de çok yüksek ki, en son tereciye tere satarken görüldü ve geçen hafta Japonya’ya yaptığı bir ziyarette, Başbakan Yukio Hatoyama’nın yanında şu dizeleri döktürdü:

“The sun is rising
sleeping yet in Europe
but still the same sun”

Söylenenleri boşa çıkarmıyor gerçekten, adamın şiiri de düşük profilli. Eh yine de hiç yoktan iyidir.

tek tek değil hep birlikte...







Neredeyse Newsweek Türkiye kurulduğundan beri, yani iki seneye yakın onları izliyoruz. Önce zemini kazdılar, yerin yedi kat dibinden koca bir binayı yukarı kaldırdılar, gece gündüz, yağmurda çamurda hiç durmadan çalıştılar; artık bulunduğumuz üçüncü katın çok üstündeler... Görebilmek için kafamızı kaldırıyoruz. Sonra kendi işimize, klavye başına dönüyoruz. Hepimizin 1 Mayıs'ı kutlu olsun.
(Fotoğraflar Çetin Akdeniz'den)


...ertesi gün bahardı
her yerde kirazlar vardı
hayri uyup kendi vaktinin ölçeğine
geçti arsanın karşısına yine
arsa oyulmuştu – ya da kazılmıştı-
kazılan yerlere uzun demirler atılmıştı
bir kişi kaldıramayınca bir demiri
onun yardımına koşuyordu öbürü
yeniyorlardı demiri
demir ve toprak yenildikçe
pazularının sertliğini duyuyordu hayri
geçmişte yaşadığı bir gün gibi fark ediyordu ama
pazular tek tek değil
hep birlikte ve hepsi
çileğin çilleri
bileycinin kıvılcımları
kuşların kış sıcaklığı gibi…


Yapı, Turgut Uyar

eve dönmenin yolları

Bir yaz sabahı Haydarpaşa’dan kalkan Toros Ekspresi’ne atlayalı neredeyse 20 yıl olmuş. Hep otobüsle kat ettiğim İstanbul-İskenderun güzergâ...