şiir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
şiir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

matematik bir yaz günü kadar güzeldir



Bu sene bloga şiirle başlayayım. Ne zamandır buraya yazayım diyordum ama unutuyordum: Bu yaz, İzmir otogarına sabah beşte varıp, uykusuz gözlerle, benden de uykusuz çaycının önüme koyduğu çayı karıştırırken, durup dururken aklıma düştü bu şiir. Ataol Behramoğlu’nun Güller ve Matematik’i… 

İlkin lisedeyken okumuştum ve çok sevmiştim. Ama yıllar var ki bu dizeleri düşünmemişim. Neden o an apansız aklıma geldi, bir ses, bir koku, sabahın o vakti, gelip geçen biri ya da bir şekilde otogarın kendisi mi tetikledi, anlamış değilim. Eh, her şeyi de anlamak zorunda değiliz. 


Matematik bir yaz günü kadar güzeldir  

Derin güller ve bir problem çözmek 

Bir gülün dibindeki problem 

Bir bardak su güzelliğindedir


Annemin gülüşü ve bir arka bahçe

Çocuk sesinin içindeki problem ve gül

Dünyanın bir yaz günü dönüşünde

Bir problem bir güle eşit gibidir


Ataol Behramoğlu, 1991.


PS: Resim, Eeichi Kotozuka'nın 

şaşırtıcı bir karşılaşma

Çok eskiden yaşadım bu ânı ben
Dersiniz şaşkınlık içinde
İlk girdiğiniz bir ev, bir merdiven
Birden güneş vuran pencere. 

Ve tam sırasında tren düdüğü…
İşte böyle gelmişti siz dünyada
Değilken bir öğle üstü 
Bu renklerle sesler bir araya. 

Yaşamak anımsamak mıdır yoksa?
Sanmam, biz de bir sestik belki 
Birileri için yıllar önceki 
Şaşırtıcı bir karşılaşmada 

Melih Cevdet Anday

Fotoğraf: Kieslowski’nin ‘Kör Talih’inden (Przypadek - 1987)

gönül burcunda doğanlar

Gülten Akın, Şiir Üzerine Notlar’da (1996), Murathan Mungan ile seksenlerin başındaki ilk karşılaşmasını anlatıyor. İki kuşağın iki büyük şairi… O yıllarda Akın şiirini kurmuş, inceltiyor. Mungan kendi uzun yolunun başında sayılır.

Bu hatıranın içinde ikisi de ne kadar güzel; Akın’ın söylediği gibi nasıl da ışıl ışıllar. Neden bilmiyorum, Gülten Akın’ın anlattıkları da yazdıkları da bana hep o kadar yakın, o kadar yakın geliyor ki, şu karşılaşma kendi hatırammış gibi burnumun direği sızladı. 

“ (…) Sanırım bir fuardı. Ankara’da. Yine sanırım 1980’lerin başında. Yüksekçe bir yere oturtmuşlardı beni. Önümde bir masa. İmzanın seyrekleştiği bir sırada geldi. Kendini tanıttı. Yanımdaki sandalyeye ilişti. Murathan Mungan’dı. O günlerde Devlet Tiyatrosu’nda olmasa gerek, AST’ta sahnelenen oyununa çağırıyordu beni. Davetiyemi verdi. Arandığım için sevinmiştim. Işıl ışıl bir güzellikteydi. Bir de, ‘Yadigâr’ adlı şiirinde başkasına söylediğini ona çevirerek diyorum ki, gönül burcunda doğanlardandı.” 

Yeniden Murathan Mungan okumalı. Burada şimdilik, en sevdiğim şarkılardan biriyle analım. Sözler onun tabii ki. O muhteşem Yeni Türkü-Murathan Mungan ortaklığının belki de en olgun meyvesi.  




dünyayı değiştirmek için yazarız

Dilimizin ve şiirin gelmiş geçmiş en büyük ustalarından Gülten Akın, “neden yazarız”ı açıklıyor. 

Bizler, hayatın dilini sanatın, yazının diline çevirenler, onu kitaplara sığdırmaya çalışanlarız. Estetize ederek sunduğumuz bir amacımız var; hayatın ve dünyanın değişimine katkıda bulunmak. Gündelik konuşmalarda kullandığımız sözcükler, hayatın, insan ilişkilerinin anlamını açıklamada yetersiz kalır. Onun için, “Sözcükler anlamın tutukevidir” demiştim. Yazar, özellikle şair onları öyle yan yana getirir, yapılaştırır ki, daha derinden kazarak çıkarılan anlam kurtulan anlam olur. 
İşte, dille yapılan bu değiştirimdeki büyü, yaşamı nesnel olarak değiştirebilmenin umudunu taşıyabilir. 

Frankfurt Kitap Fuarı kapanış konuşmasından (19 Ekim 2008’deki törene kendisi katılamamış, yazdığı metni iletmişti).

sonsuz güzelleşecek dünya

Biz

Bağışladığın özgürlüğe 
yeğdir biçtiğin zından
sonsuz güzelleşecek dünya
biz kurduğumuz zaman 

senin verdiğin umudu
geyik içse ölür, balık yutsa

Gülten Akın 


Fotoğrafın sahibini saptayamadım. 

umut gülünç ama bizimdir

Bu bizim bir yanımız yoktan umut 
Gülünçlüğüne gülünç ama bizimdir
İşimiz dünyayı biraz kendimizde
Biraz sürdürmek dışımızda sadece 
Yoksa sonu başından bellidir 

Gülten Akın 

(Fotoğraf: Fransa’da Brittany açıklarındaki, 144 yaşında hâlâ çalışan Tevennec deniz feneri)

neden bu şiir değişmemiş, bana günah değil mi?

Fazıl Hüsnü Dağlarca’dan Roberto Bolaño’nun Vahşi Hafiyeler’ine bir paralel çekerek, blogda 2019’a gecikmeyle de olsa başlayalım… Israrla takip edenlere selam olsun.
*
Sizin Aksaray’da bir kitapçı dükkânınız vardı. Oradaki konuşmalar aklıma geliyor. Aksaray’da eskiden meyhaneler de vardı. 
Evet, çok güzel meyhaneler vardı. Kitapçı dükkânımın gece siperiydi onlar. Aksaray’ı severdim. Defterlere şiirler yazardım. O günleri severim. 

Karşı Duvar dergisi vardı eskiden. Fakültedeyken Aksaray’da otururdum. Tramvay durağının yanında sebze meyve satılan çarşı vardı. İçinde halkın, esnafın gittiği yerler vardı. Oraya giderdik. Halkla çok yakındık. Bir de eski Halkevi vardı. 
Halk edebiyattan uzak derler. Hayır. Orada benim duvara astığım, 15 günde bir değişen şiirleri belki en aşağı 100 kişi okur, defterlerine yazardı. Abartmıyorum. Bir gün bir adam geldi, o gün şiir değişmemişti, çünkü yazan çocuk hastaydı. “Ben Kadıköy’den geliyorum. Neden bu şiir değişmemiş? Bana günah değil mi!’ dedi. Adamı oturttum, çay kahve ısmarladım. Bayağı kellifelli bir adamdı. Yani halk yakın takipteydi. Ben meyhaneye giderdim, dönerken dükkâna bakardım uzaktan, önünde en az 10 kişi olurdu gece 12’ye kadar. Şiir halka sunulsa halk alıyor, severek kabul ediyor sunulanı. 

Şiir devam ediyor sizde. Şiirin devam etmesi aklı ve bilinci de sürdürüyor. Belki saçta, başta, gözde veya kaşta değişiklik var; ama bilincinize diyecek yok. 
Bilinç, bıçak gibi veya keman gibi, ne kadar kullanırsanız o kadar bilinçtir. Şu an yazı yazamıyorum, çünkü gözlerim görmüyor yazıyı. Küçük harfleri hiç göremiyorum. Birine yazdırıyorum. 50 dizelik, 40 dizelik şiirleri hiç zahmet çekmeden, silmeden yazdırabiliyorum. Değiştirmeden, bir söyleyişte, bazen iki şiir birden yazdırıyorum. 

*


Yukarıdaki alıntı, Dağlarca’nın evinde son söyleşiden (Cumhuriyet, neredeyse tam kadro yapmış bu söyleşiyi; İlhan Selçuk, Orhan Bursalı, Emre Kongar, Şükran Soner, Alev Coşkun, Güray Öz ve Egemen Berköz katılmış). 24 Nisan 2006’da yayımlanan söyleşiden alıntıyı, Emre Kongar’ın ‘Yazarlar Eleştiriler Anılar’ isimli kitabından aldım (Remzi Kitabevi, 2016). 

her yolculukta bir on kuruş vardır

Büyüsem asarlar beni, çınar olur ağacım, 
Elmaların gümüşten çekirdekleri olur; 
İstersem ellerini bağlarım, on kuruş alırım, 
On kuruş alırım, yolculuğa çıkarım;
Bütün komşular üzülür buna. 

Asarlar beni belki bir yıldız ağacına
Ay ışır belki cebimdeki kupadan, 
Çünkü her yolculukta bir on kuruş vardır, 
Çünkü şarap içilir, düğme dikilir;
İstersen gece olur, bıçaklar olur, 
Bütün komşular keserler elma. 

Çekilir kepengi denizin, başlar usulca koru
Kahverengi bir gömlek giyerim sana doğru.

Ülkü Tamer - Seni Sevdim, Olur Mu?

hepimiz karanfile eğilimliyiz

İstanbul gecesi… Akaretler Yokuşu’nda bir minik kafedeyim. Çay içip geleni geçeni seyrediyorum. Şaşırtıcı derecede güzel, bir o kadar da dağınık kitabevi Minoa’dan on beş dakika evvel aldığım kitaplara göz atıyorum. 

Gece epey ilerledi ama masalar arasında çocuklar koşuşuyor. Beşiktaş’a inenler, Maçka’ya çıkanlar… Korna sesleri, topuk tıkırtılarını bastırıyor. Evet, bu saatte trafik var. 

İki çaydan sonra kalkmaya niyetleniyorum. El ediyorum garsona. Kaşla göz arasında gidip geliyor, masaya bir kitap bırakıyor. “Bu nedir yahu” demeye kalmadan başka bir masaya seyirtiyor. 

Edip Cansever’in 'Yerçekimli Karanfil’i. Yapı Kredi baskısı. Çok okunmuş belli, yıpranmış. 

Sayfaların arasına tepiştirilmiş bir kâğıt. Adisyon fişi. İki çay için ne kadar ödeyeceğimi söylüyor. Şiirlerin arasında söylüyor bunu. 

Yadırgıyorum. Kim yadırgamaz? Ya da yadırgamaz mı, artık bunları pek bilemiyorum. Belli ki ‘karanfile eğilimli’ bir işletmeci… Sen ben bizim oğlan gibi. Hangimiz karanfile eğilimli değiliz ki?

İki şiir arasına para sıkıştırmak ama… Açmıyor beni. 

Yan masa da hesap istiyor; oraya da ‘Dünyanın En Güzel Arabistanı’ mı gelecek; bakmaya cesaret edemiyorum. Hesabı Cemal Süreya’dan ‘Üstü Kalsın’a denk getirmek falan… Düşünülmüş müdür? Peh! Parayı bırakıyorum, ‘masa da masaymış ha’ diyemeyeceğim masadan kalkıyorum. 

'Nasıl olan Ruhi Bey' gibi karışıyorum İstanbul gecesine.


PS: Adisyonun denk geldiği şiirden değil de kitabın başka bir sayfasından birkaç dize düşeyim şuraya, blog şenlensin. 

Beni seviyorsanız dikkat! köşe başındaki camcıya sorun
O ne derse doğrudur, dalga geçmeyin adamla

Üstelik beni sevmek haşlanmış pirinçleri beyazlatır. Günaydın! Sabahlarınız gibidir beni sevmek, horozun renkleri gibidir Beni sevdiniz mi? yangındır artık parmaklarınız.

küçük bir istasyonda

Necati Cumalı'dan taşra güzellemesi: 

Tren küçük bir istasyonda 
Durduğu zaman 
Memurun karısı ya da baldızı 
Bana bütün kadınlardan güzel görünür

siz kıskandığım biricik insansınız üstat


David Oyştrah’a Mektubumdur

İstanbul'a gitmişiniz. 
Konserinizdeymiş. 
Çok bahtsız bir kadını bahtiyar etmişiniz. 
Yağmura uzanan iki yeşil yaprak gibi gözleri bakmış parmaklarınıza. 

Mektubunda ‘Unuttum her şeyi’ diyor. 
Kahırlarından başka unutacak şeyi yok. 
‘Ağladım’, diyor, ‘ferahladım’ 
‘Dünya’ diyor, ‘güzel, içim rahat’.
Siz kıskandığım biricik insansınız üstat. 



Nazım Hikmet Ran, 1957 

birden

birden serçelerle indi yağmur
hangisi serçe 
hangisi yağmur 

Melih Cevdet Anday

Fotoğraf: Jessica Knowlden (Unsplash)

nem ve küften

bir sahaf kitabındaki nem ve küften 
elime geçen inanılmaz sevinci 
birilerine geçirememekten 
gelişti bende bu bireysellik bilinci


Metin Altıok 

temmuz tam bu işe göredir bana kalırsa

Günler geçer ve çalışır şafağın değirmeni,
Kim bilebilir ki kimi, neyi eskittiğini?
Ben ne kadar önemserdim kendimi, hay Allah!
Sen ne kadar kumraldın aynalarda, hay Allah!
Temmuz tam bu işe göredir bana kalırsa,

Gel bağışlayalım birbirimizi...

Turgut Uyar 

Fotoğraf, Singapurlu yönetmen Kirsten Tan'ın Tayland'da geçen filmi 'Pop Eye'dan..

ve sonra annem alır kurtarır bizi bu anlardan

Deniz kütüphanedeki kitapları ortaya saçmaya bayılıyor. Biz de onun bu huyuna bayılıyoruz. Sekiz on kitabı yere yaydıktan sonra birini seçip bize getiriyor. Bugün, bende olduğunu bile unuttuğum bir kitabı, Cihat Baban’ın ‘Politika Galerisi - Büstler ve Portreler’i alıp bana getirdi. Zamanında Fatih’ten (Artvinli) alıp geri vermemişim. Kısa günün kârıdır, deyip karıştırırken içinden Fatih’in teksir kâğıdına karaladığı bir şiiri çıktı. İsmi ‘Çocukanne’. Üzerinden temiz bir on beş yıl geçmiş. Okumuş unutmuşum. Yılların merakıyla tekrar okudum. Fatih’in ne yetenekli bir şair olduğunu yeniden anladım. Anneler Günü de geçti ama buraya alayım şiiri; hem siz de görmüş olun hem ben arada dönüp bakayım. Umarım kızmaz Fatih. Kızmasın, Deniz’den bir hediye saysın. 


Çocukanne

Ve sonra annem alır kurtarır beni bu anlardan 
bu çürük kokusu, kötü günler korkusundan
annem yıkar beni sonra gecelerce yıkar

annem çocuktur benim çocukları anlar 
terzidir annem bir çocuk terzi 
yüksüğü mavi yıldız elleri kısa
içinde kumlu şeyler kıpırdar
hangi çocuk anneme baksa

annem sabırdır benim taşlardan anlar 
sabahtır annem bir beyaz sabah 
soluğu tatlı yosun tatlı ırmak 
köpüğün üstünde duruyor gibi 
bir çocuk için anneme bakmak 

Ve sonra annem alır kurtarır bizi bu anlardan 
bu çürük kokusu, kötü günler korkusundan 
annem saklar bizi sonra gecelerce saklar

Fatih Artvinli

tam bizim otelliktir


Tam bizim otelliktir
Sanırım elbisesiyle yatar, ayakkabılarıyla
Sabah olunca erkenden kalkar
Ve kalkar kalkmaz başlar içmeye, doğrusu pek anlayamam
Uçak saatlerini sorar, lüks lokantaları sorar bir de
Pek anlayamam
Şu var ki, kendiyle eğlenir gibi sorar
Elinde vapur tarifeleri, kataloglar
At yarışı listeleri
Yanaşır pencereye, ışığa tutar birer birer hepsini
- Otel her zaman loştur -
Bakar bakar bakar.

Michelangelo Antonioni - Edip Cansever










kuşlar vardır

kuşlar vardır, cana benzer havalarda
soğuksa kar, baharsa yaprak
bir başına büyür toprakta ömrümüz
güneşle yeşil elleriyle çıplak

- uslu ayaklarla başlamış yolculuk -
yürünmez öyle, bazen durulur
ve iner erenler katına yorgunluk
kapanır sükun üzre kitaplar

nefeslerle sürüp giden yaşamamız
bir su kenarına gelir durur
ekmekten, şaraptan öte nimetler vardır
yürünmez öyle hep, bazen susulur

can yücel

zambaklı padişah

ne zaman elleri zambaklı padişah olursam 
sana uzun heceli bir kent vereceğim 
girilince kapıları yitecek ve boş!

Azizim, güzel atlar güzel şiirler gibidirler, 
Öldükten sonra da tersine yarışırlar, vesselam! 

Ece Ayhan, Zambaklı Padişah, Andrey Tarkovski

köpürdelâ

İleride, “2016 hangi yıldı” diye sorduklarında verilecek cevaplardan biri, “Birhan Keskin’in Fakir Kene’sinin çıktığı yıldı” olacak. 
Dünyanın En Güzel Arabistanı’nın, Çocuk ve Allah’ın, Soğuk Otların Altında’nın çıktığı gibi bir yıldı… 

Denizde bir şey var 
Deniz bembeyaz bir dañ
Köpürdelâ
Köpürcük
Köpürgân. 

deniz

elmalar vardır öpmek için 
yerleri hiç değişmeyen yıldızlar, 
kokular bilirim, yeni doğmuş ten, 
ve sesin ki denizin koylara girişi 

Melih Cevdet Anday 

kim yaptı bu yolu?

Javaplein'deki kütüphaneye geldim.  Birkaç Türk oturmuş, kütüphanenin orta yerinde siyaset konuşuyorlar. Yaşlıca bir adam "Türkiye’...