İlk damlalar kocaman ve nedense beyazdı. Kafamı gökyüzüne kaldırıp baktım, bulutlar o kadar da tehdit edici görünmüyordu. Şemsiyem yoktu. Birazcık yağar, geçer dedim. Yaz yağmuru.. . İngiliz Konsolosluğu’nun karşısındaki ışıklara yürüdüm. Yayalara kırmızı ışık henüz yanmıştı, vızır vızır geçiyordu arabalar. Şimdiye dek orada çok durdum biliyorum, yeşil tam 90 saniye sonra yanacaktı.
Beklemeye başladım.
10. saniye: Yağmur hızını arttırdı. Omuzlarım hafiften ıslanıyor.
20. saniye: Yine kafamı kaldırdım, bulutlar hızla birleşiyor.
30. saniye: Sırılsıklam oldum. Yeşil yanınca sığınabilecek bir yer kestirmeye çalışıyorum. Nafile, her yer açık, saçak yok, dımdızlak ortasındayım yolun.
45. saniye: Üzerime kova kova su boşaltılıyor sanki. Muson yağmuru gibi müthiş bir basınçla yağıyor. Yapacak bir şey bulamayınca, ellerimi çaresiz, ceplerime soktum. Sırılsıklamım ve geriye dönüş yok artık.
60. saniye: Arkamda bekleyen yaşlı adam, gök gürültüsü gibi bir sesle “Amaaaaan” diye bağırdı. Bir histeri krizi geçiriyormuşçasına gülmeye başladı sonra. Ben de kendi halime gülüyorum. Ama sessizce.
70. saniye: Adam gülüyor…
80. saniye: Adam gülüyor…
90. saniye: Yeşil yandı. Adam gülüyor. Ben ok gibi fırladım karşıya doğru. Adam yerinde kaldı.
Caddenin karşısından dönüp baktım. Adam gülmeye, yağmur olanca hızıyla yağmaya devam ediyordu. Damlalar nedense kocamandı.