sen de mi çocuksun?

NRC Gazetesi’nde çok sevdiğim günlük bir köşe var. Okurlar, kendi başlarından geçen tuhaf, komik, dokunaklı olayları kısaca yazıp yolluyorlar. Benim arada bir buraya yazdığım küçük karşılaşmalar gibi… Günlerin köpüğü. 

Geçenlerde okuduğum birini çok sevdim. 


48 yaşındaki okur (N. Van der meer) anlatıyor: Annemle bir cafede buluşmak için sözleştik. Ben erken vardığımdan oturup beklemeye başladım. Orada tek başıma oturup durduğumu gören küçük bir oğlan merakla yanıma gelip sordu: “Ne yapıyorsun burada?”


“Annemi bekliyorum” dedim. 


Bir süre sessiz kaldı.  


“Sen de mi çocuksun?” 


*

PS: Resim Edward Hopper'ın

insan kendini özler mi?

  

Gri, soğuk kış günü… Dino Bey bisikletle okul yolundayken, durup dururken şunu sordu:


“Baba, insan kendini özler mi?”


“Özler herhalde” dedim. “Sen kendini mi özlüyorsun?”


Evet, öyleymiş. Tatilleri, güneşleri, kuzenleri, seyahatleri özlüyormuş ama esas o anlardaki, o insanlarlaykenki kendini özlüyormuş. 


Düşündüm. Haklı. Hele soğuk ve griyken…


Biraz daha düşündüm. Nostalji de bu değil mi aslında? En basit ve yalın haliyle…


Resim Amerikan ressam Edward Henry Potthast'ın. Summer Day, Brighton Beach. 

eski macunlar

Geçen gün bir köşe yazısında okudum. Yazar Paulien Cornelisse, diş macunu Paradontax’ın eski tadını özlediğini, ‘yumuşatılmış’ yeni tadın kendisini tatmin etmediğini söylüyor. 

Yumuşatılmış mı?! 


Ben artık alıştığımı düşünüyordum. İlk denediğimde müthiş acı ve keskin gelen o tat artık yüzümü ekşitmiyor diyordum. Yumuşatılmış meğer! 


Yazar, bir markette “eski” Paradontax satıldığını görmüş. Son kullanma tarihi 2023 olan macunlar. Epey süre önce üretilmişler. Son kutular belli ki… Market sahibi, yazarın ilgilendiğini görünce, tam 200 bin kutu aldığını anlatmış. Son kullanma tarihinin yakınlığından endişelenmiyormuş bile. Bir süre sonra fahiş fiyata satacağından emin.


Paradontax’ın kutusunda bir zamanlar şöyle yazıyormuş: “Önce tada alışmaya çalışacaksınız, sonra da vazgeçemeyeceksiniz.”


İnsan bu. 


İnsan en minnoş konularda muhafazakâr, en sert konularda liberal olabilen bir hayvan.


Bu konuların biri de bir kutu diş macunu. 

başka bir işe yaramadığında


Bu hafta 75 yaşına girmiş. Babamdan bir yaş büyük. Edebiyat dünyasında bir baba arasam da Paul Auster’i seçerdim. Öyle seviyorum.


“Öteden beri tek arzum yazı yazmaktı. Daha on altı-on yedi yaşlarımdayken bu hevese kapılmıştım, ama hiçbir zaman ekmeğimi bundan çıkarırım diye de kendimi aldatmamıştım. Yazar olmak doktor ya da polis olmak gibi bir meslek seçimi değildir. Yazarlıkta seçmekten çok seçilmiş olursun ve başka bir işe yaramayacağın gerçeğini de bir kez kabullenince, ömrünün sonuna kadar, uzun, çetin bir yolda yürümeye hazırlıklı olman gerekir.”


Vallahi ben senden razıyım Paul Auster. Yeni yaşın kutlu olsun.



PS: Cebidelik (Çeviri: Seçkin Selvi).

memlekette tuhaf zamanlar

Epey uzun süre çalıştım, nihayet çıktı. Memlekette Tuhaf Zamanlar’ şimdi okurun önünde, umarım sevilir. 

Benim öteki blogun, Tuhaf Zamanlar’ın mahsulü gibi duruyor ama aslına bakarsanız, o blog kitabı yazarken ihtiyaçtan doğmuştu. Bir yandan, buradaki ‘iş’ içeriğini (ne demekse artık) oraya kaydırdım. Hatlar birbirinden ayrılsın istedim. İyi mi yaptım, kötü mü yaptım bilmiyorum, nihayetinde yaptım. 


Bu blog için de çalışmıyor değilim. Bu evin de bir mahsulü olsun istiyorum. Belki birden de fazla…


Bakalım.


PS: Bu güzel kapak Cüneyt Çomoğlu'nun işi.

ejderhalar


Eskilerden… 


Neil Gaiman, Coraline’in girişine DK Chesterton’dan şu alıntıyı koymuştu: 


“Peri masalları gerçekten de ötedir; bize ejderhaların var olduğunu söylediklerinden değil, onları yenebileceğimizi de anlattıklarından…”

gözler kalbin aynasıdır


Omicron da gelip geçiyor. Bu Covid gidecek mi?

O gittiğinde geride neler kalacak? İnsanlığa ne bırakacak?

Geçen gün bir arkadaşla konuşurken, bizim çocukların maskesiz bir dünya bilmediklerini söyleyerek hayıflandım. Arkadaşlar arasında herkesin çocuğu hemen hemen aynı yaşlarda. Üç, dört, beş… Virüsü biliyorlar, maskeyi biliyorlar, hayatı böyle sanıyorlar. Bunu söylemiştim arkadaşımıza.


İlginç bir cevap verdi. “Ama gözleri okumayı daha iyi biliyorlar” dedi. “Yüzün tek görünen yerine, gözlere konsantre oluyorlar. Gözlerdeki değişimi, duyguları bizden daha iyi fark ediyorlar.” 


Bunu düşünmemiştim. Sevinsek mi? 

 

PS: Eh, Mona Lisa hanımefendiden başka da bir görsel olmazdı bu posta. Belki gözlerden anlayan küçükler de okur diyerek sanatçıyı da yazayım: Leonardo da Vinci. 

ilk burdurlu

A. ile bir kafeden çıkmıştık ki, aceleyle dönüp bir şey unuttum mu diye masanın üzerine bir daha baktım. Unutmamışım. O sırada yanımızda bir...