değirmenin üstü her gün yel olmaz



YSK, bağımsız milletvekilliklerine taş koyunca Sırrı Süreyya Önder, doğru göndermeyi yaptı: "Fırıncıya söyleyin, ekmek de vermesinler." Bu kadar yasakla bu ülke nereye gidecek? Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın şiiri, günün anlam ve önemi üzerine; ama sade bugünün değil, artık belli ki her günün... Kısaca: Delirtmeyin!

hey göklere duman durmuş dağlar hey
değirmenin üstü her gün yel olmaz
dinle ağa, dinle paşa, dinle bey
sen söylersin o susar mı bel olmaz

sessizlik geriyor


Dörtlü El Clasico’nun ilk ayağı bugün. Bizim gazeteler bile bu maça artık kendi iç meselemiz gibi bakarken, İspanyol basını neden dursun. Katalanıyla, Kastilyalısıyla sıcak gündemi, siyaseti, savaşı bir kenara bırakıp maça abanmışlar.

Böyle günde en sağlam beklentiyi Mourinho’nun maç öncesi ego şovu yaratır. Real’in hocası dün hiçbir şey demeden oturdu basın toplantısında. İspanya’nın en ciddi gazeteleri El Pais ile El Mundo da, ne yapalım, bari buradan görelim maçı diye düşünmüş olmalı. Ön sayfadan, sessizlik geriyor, diyorlar.

Not edeyim: Mourinho’nun basın toplantısı fotoğrafı pek güzel.

Ben de El Classico’ya bir Amsterdam barından dahil olmaya çalışacağım, bakalım artık hangisi oynatıyorsa...





felemenk piştisi



Brugge eski piskoposu Roger Vangheluwe’un taciz itirafları, bugün Felemenkçe konuşan Belçika gazetelerinin manşetiydi. Bize epey uzak bir mevzu, ayrıntıya girmeyeyim (merak eden İngilizcesi’ni şuradan okuyabilir) ama ilgimi çeken bütün gazetelerin bir şekilde pişti olmasıydı. Manşetler hep aynıydı: Bir fotoğraf ve alt alta sözler; De Standaard’ta fotoğraf da yok. Türkiye’de hiç rastlanmayan bir tarz; ama etkili. Bu arada bu uğursuz herifin fotoğrafına yüz vermeyen Staandart’ın minimalist ön sayfası içlerinde en güzeli. Çok sahici.



herkesin kahramanı kendine


General Ante Gotovina'nın Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yargılanması AB'nin Hırvatistan'a dayattığı koşuldu. "Üye olmak istiyorsan, generali vereceksin" dediler. Hırvatistan bunu yapamadı ama altı sene evvel, general bir şekilde Kanarya Adaları'nda yakayı ele verdi. Hırvatlar da sokaklara döküldü...

Mahkeme bugün 24 seneye mahkum etti Gotovina'yı. Krajina'yı Sırplar'dan geri alırken etnik temizlik yaptığına hükmetti. Hırvatlar'ın çoğu onun kahraman olduğuna inanıyor. "Bizi Sırplar'dan kurtardı" diyorlar.

Uzun ve tanıdık bir hikâye... Yüz yıl geçecek; ortada Gotovina'nın kemikleri kalmayacak, ama o zaman yaşayanlar bile fikirlerinden geri adım atmayacak; tartışmayı şimdiki hararetiyle sürdürecekler.

İşte bir Hırvat gazetesinin, Vecernji List'in bugünkü ön sayfası. Mahkeme kararından da önce yapılmış bir sayfa. Afili bir fotoğraf, altında tek kelime: Kahraman.

Gel de bunu karşı tarafa anlat!

başlangıç


Kenneth Branagh biyografisini 28 yaşında yazmış. Başlangıç. Fena fikir değil aslında.

Dün Barones’te yan masada üç Hollandalı genç aralarında hevesle Atatürk’ten bahsettiler. Ne diyorsunuz, bir yol anlatın hele diyemeden de kalkıp gittiler. Ama iyi şeyler söyledikleri belliydi. Temiz, pak, Harry Potter gibi gençlerdi.

Medyadalar. Hepsi de aklı başında, entelektüel adamlar. Ama akıllarına gelen en parlak fikir şu: Bu en zor zamanda Galatasaray’ı Fatih Terim’den başka kimse çalıştıramaz, gitsin Florya’da ipleri eline alsın! Bunun "Doğu’ya Olağanüstü Hal gelsin, ancak öyle yönetilir oralar" demekten ne farkı var? Fatih Terim Mehmet Ağar arkadaşlığı da tesadüf zaten.

Bülent Ortaçgil ile Paul Simon giderek aynı adama dönüşüyor.

"Benim sahnelerimi iki haftaya sıkıştırmanın bir yolunu bulmuşlar ve çekimler de Romeo ve Juliet açıldıktan sonraki gün başlayacak. Akşam beni tiyatroya yetiştirecek bir araba sağlayacaklarmış peki ben bu iş yükünü kaldırabilir miymişim? Pat’e ne kadar para ödeyecekleri sordum. Söyledi. Romeo ve Juliet’in bütçesini düşündüm. ‘Onlara söyle ben sete bisikletle de gelirim, çeki göndersinler!’" (Kenneth Branagh, Başlangıç)

Fotoğraf, Branagh'ın bahsettiği A Month in the Country'nin (1987) setinden; sağdaki kendisi, ortadaki genç de Colin Firth.

komedi gibi başlayan her şey komedi olarak son buluyor



"(...) Toplumsal piramitte yükselmek için yazıyorlar. Yazdıklarının suya sabuna dokunmamasına, toplumda bir yer bulmalarına engel olmamasına dikkat ediyorlar. Kültürsüzler demek istemiyorum. Bunlar da eskiler kadar kültürlü. Çalışkan değiller demek istemiyorum. Eskilerden çok daha fazla çalışkanlar! Ama aynı zamanda çok daha bayağılar. Bir işadamı, hatta gangster gibi davranıyorlar. Hiçbir şeyi eleştirmiyorlar, ya da sadece eleştirilmesine izin verilen şeyleri eleştiriyorlar, düşman kazanmaktan çekiniyorlar, daha çok en az zarar verecek düşmanları seçiyorlar. Bir ideal için intihar etmiyorlar; sadece çılgınlık ve öfkeden ölüyorlar. En mükemmel kapılar sonuna kadar açılıyor önlerinde. Ve edebiyat bu yüzden böyle. Komedi gibi başlayan her şey komedi olarak son buluyor."

Roberto Bolano, Vahşi Hafiyeler’de kitapta sadece bir defa görünen yazar Pere Ordonez’e söyletiyor. Mekan: Kitap Fuarı! (Metis Yayınları, çeviri Peral Bayaz)

sean penn'in haiti günleri



“Sean Penn, aktör, yönetmen… Çabuk kızar, insan sevmez… Peki hâlâ Haiti’de ne işi var?” New York Times’ın aylık eki Style Magazine’deki haberin spotu böyle diyor. Elde iyi görsel varsa, uzun haberlerin açılışına fotoğraf seçmek zordur. Bu haberde de muhakkak zorluk yaşadılar. Çünkü içerideki sayfalarda her gazetecinin rüyası fotoğraflar var. Beyaz oyuncu, siyah çocuklar falan filan… Penn güzel adamdır; böyle oyunlara hiç girmez, haberini yapan gazeteciler de girmemiş ve ortaya müthiş bir haber açılışı çıkmış. “Penn Haiti’de ne arıyor” karesi. Hem sürreel hem yeterince gerçek. Daha güzel anlatılamazdı…

Kapak da gayet iyi, gözden kaçmasın.

ay sarayında