hollanda basını etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hollanda basını etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

korona günleri - tek dünya tek millet tek harita

 Hollanda gazetesi Volkskrant bence en iyisini yapıyor. Şurada şu kadar kişi öldü, burada bu kadar kişi virüs kaptı demeden, bütün dünyaya dair tek bir sayı veriyor. Ülke yok, sınır yok. Sonuçta herkesi vurdu korona; herkes tedbirini alıyor, herkes korkuyor. 

İtalya’daki ölümlerden kendini ayırabilir mi Türkiye? ABD’de tek bir huzurevinde 18 kişinin hayatını kaybetmesi, tüm dünyadaki huzurevleri için önlem gerektirmiyor mu? Virüs, millet ayırıyor mu, sınır tanıyor mu?

Hep söylendi. Bazısı inandı, bazısı inkâr etti. Ama dünya en azından bu virüs açısından hakikaten küresel bir köy haline geldi. 
Bu defa aynı gemideyiz. 

sınırda

Avrupa’nın en seçkin gazetelerinden biri NRC Handelsblad. Hollandalı entelektüellerin severek okuduğu bir gazete. 
Bu da Yunanistan-Türkiye sınırında, yani Avrupa’nın kapısında bekleyen sığınmacılar hakkında yaptığı haberden bir fotoğraf. 
Hani çoluk çocuk gaza boğulan, üzerine kurşun sıkılan, öldürülen sığınmacılar…
Seçtikleri fotoğraf bu. Sınırın Türkiye tarafını gösteriyor. İsmiyle, bayrağıyla, çoktan kabul ettiği sığınmacılarıyla. Dikenli tellerin ardındaki Türkiye. 
Kameranın durduğu taraftaysa gaz bombalı, silahlı askerler var. Göçmenlerin Avrupa’ya çıkan yolunu şiddetle kesen askerler.
Onlar kadrajın dışında. Görünmüyorlar. 
Gösterilmiyorlar.

adana değil amsterdam

1. 
Bu yaz Kuzey Avrupa kavruldu. Kelimenin tam anlamıyla hem de. Yaz kış yemyeşil görmeye alıştığımız parklar sapsarı. Ağaçlar kuru. İnsanların dili dışarıda. Amsterdam’da Adana halleri. 


2.
Bir de kuraklık var. Su seviyesi ciddi oranda düştü. Hem de su ülkesi Hollanda’da! Ülkede, milli gurura yakışır şekilde, ‘turuncu kod’ ilan edildi. Hadi biz yeni geldik de şaşırdık, yedi göbek burada olanlar da ‘Böylesini görmedik’ diyorlar. Görmüşler aslında ya, unutmuşlar belli ki. Mesela 2003 fenaymış. 1976'daysa nehirlerin suyu tümden buharlaşmış neredeyse. Bu iki yıl ‘kırmızı kod’un ilan edildiği yıllar… Kırmızı kod, turuncunun bir boy büyüğü. Sonrası da yok zaten. Bizde bir de yağmur duası var. 


3.
Susuzluk, Hollandalılar için havasızlık gibi. Bol suya alışmış bu insanlar. İyi günleri de kötü günleri de suyla geçmiş. Şimdi durumları fena değil ama nesiller boyu  savaşmışlar onunla. Sudan toprak çalmaya çalışmışlar. Dünyada kim suyla ilgili bir problem yaşasa (New Orleans, Venedik, Bangkok) Hollandalılar'dan yardım almış. Şimdi suyun azalmasını akılları almıyor. Biraz daha böyle giderse ulusal histeri başlar. 


4. 
Gazeteleri açıyorsun; kuraklık. Televizyonda kuraklık. Radyo kanalları, podcastlar, her yer... Kaçış yok. Her şeyden önce şaşkınlık hali. Yukarıdaki fotodaki lafı (‘Toprak çatladı, bu ne sıcak’ gibi bir şey) ‘Doktor bu ne!’ diye de okuyabilirsiniz. Alttaki fotoğraf da bir acayip. Burnu düşse eğilip almayan düşkün Osmanlılar gibi, sapsarı otlar üzerinde golfe devam eden Kuzey Avrupalılar! (Golf oynayanın karnı tok tabii, bu hali çiftçiye sorun bir de) Her neyse, yeni fotoğraflar da gelecektir. Bu arada yukarıda, manzarayı Adana’ya benzetmiştim ama post’u kapatmadan hızlı bir güncelleme yapayım : Parklar Adana, tarlalar Urfa!

dünya birden küçük mü?

En eskisi şunun şurasında üç hafta önceye gider: Karayiplerin üzerinden dört kasırga geçti, Meksika iki defa depremle yıkıldı, uzay aracı Cassini Satürn’e intihar dalışı yaparak görevini bitirdi, Almanya’daki seçimler sonucu aşırı sağcılar ilk defa parlamentoya girdi… 

Hangisi bizde bir gazetenin manşeti oldu? Hadi manşeti geçelim, hangisi ön sayfada doyurucu bir şekilde yer aldı… 
Tamam derdimiz bize, bizdeki bir yıllık olaylar silsilesi de bir İskandinav ülkesine ömür boyu yeter ama hep kendi kendimizle uğraşmaktan da gına gelmedi mi artık? Bu kadar yerli ve milli olmak da biraz fazla değil mi? 

Televizyonda ve gazetelerde Kapıkule’den sonrasına dair bir fikri olan, Rusya’yı, İran’ı, Asya’yı bilen, Irak ve Suriye hakkında sınırın ötesinde o sıra olanlardan başka şeye kafa yoran kaç kişiye rastlıyorsunuz? Yok. 

Onları geçelim, gazetelerin dış haberler sayfalarında (kimisi ‘Dünya’ da diyor) şu an Kuzey Irak’taki referandum dışında kaç haber var? Kaç ülkenin adı sayılıyor?

Bu memleketin çok sıkıntısı var, geçmişte vardı, ileride de olacak ama en ciddisi bence içimize çökmek… Dışarıya bakmamak, merak etmemek, sadece kendimizle uğraşmak… Oyalanmak. 

İşte bugünün konuları: Suudi Arabistan’da kadınlara otomobil kullanma hakkı verilmesi, İspanya ve Kuzey Irak’taki referandum, Suriye ve yaralarını sarmaya çalışan Meksika… Dünyadan birçok gazete bu olup bitenleri ya manşete çekmiş ya sürmanşete… Bizden daha mı meraklılar? Bizden daha mı dertsizler?

Cumhurbaşkanı Erdoğan sürekli “Dünya beşten büyüktür” deyip duruyor ama bizim açımızdan dünya birden de küçük belli ki…

Bir not da meslektaşlarıma: Siz de sıkılmadınız mı? 


En üstteki, Suudi Arabistan’da kadınlara verilen otomobil kullanma hakkını işleyen Mısır gazetesi Al-Akhbar. 





ne dediler?




‘Eyyyy’Guardian değil, ‘paçavra’ New York Times değil, birçok AKPlinin bin bir hezeyanla “başka hesapları var” dedikleri yabancı gazeteler değil… Çok da bakmadığımız dış basın. Fransız, Hollanda, İspanyol, Portekiz gazeteleri bu gördükleriniz. 

Tıpkı diğerleri gibi zamanında ‘Yeni Osmanlılar geliyor’, ‘Türkiye yükselişte”, “Boğaz’ın sultanları’ haberlerini yapanlar yani.

Üç senedir dış basına lanet yağdıranlar arasında “Hesap varsa o zaman da vardı” diyeni bulmak mümkün değil elbette. Kif kif gülüyorlardı o zaman.

Bu sayfadaki gazeteler uzaktan bakmış, şunları demiş:

Nrc.Next (Hollanda): Demokrasi böyle bir şey (Biraz serbest bir çeviri)
La Vanguardia (Katalan): Türkiye, Erdoğan’ın gücünün artmasına karşı koydu.
Liberation (Fransa): Düşüşteki Osmanlı
Publico (Portekiz): Kürtlerin sesi HDP, seçimde belirsizliğe giden yolun kapısını açtı
Volkskrant (Hollanda): Erdoğan’ın partisi ağır yenilgi aldı.

Ne yazsalardı bir seçimden sonra? Ne yazılabilir? “Seçmen AKP’yi uyardı” mı desinler hükümet yanlısı gazeteler gibi?

Merak ediyorum: Bugün dış basın hakkında komplo teorisi üretenler, acaba bütün dünyaya hükümetlerin gözüyle mi bakıyor? Kablolar yanar bu bakışla. 
 

gitti gidiyor


İsterseniz Amsterdamlı karikatüristin kıskançlığı deyip geçin ama yarın akşamki İspanya-İtalya finalinin gerçek manzarası budur.

Karikatür: Arend van Dam / Het Financieele Dagblad

cumhurbaşkanı kraliçeye karşı (raund 1&2)


Hollandalılar dakikliğiyle ünlü. Aynı şekilde davranmayana da kızıyorlar. Belli bir saatte randevu kesmişsen, tam  o anda orada olacaksın. Trafik yoğundu, teker patladı, evim yanıyordu, yok! Randevu randevudur...

Farklı milletlerden bir grup insan bir partiye katılıyorsa, ilk gelen Hollandalılar'dır. Parti saat yedide başlıyor mu dendi; bir Hollandalı yedide orada olur. Amerikalı, Fransız ya da Türk dokuza doğru teşrif ettiğinde, Hollandalı'nın ortamdan ayrılma vakti çoktan gelmiştir. Tuhaf bana kalırsa, ama ne yaparsın, böyleler.

Cumhurbaşkanı Gül'e bunu kimse anlatmadı herhalde. Kraliçe Beatrix'le randevusuna on beş dakika gecikti. Garibim Beatrix, Amsterdam'daki Kraliyet Sarayı'nın kapısında hiçbir yere kımıldamadan bekledi de bekledi. Hava da soğuk. Algemeen Dagblad gazetesi kraliçenin huzursuzlandığını, keyfinin kaçıp yüzünün asıldığını yazdı. Üstteki fotoğrafta da görebilirsiniz. Bizde devlet geç gelir, ama o nereden bilsin.


Gül'ün bu aksaklıkta muhtemelen bir günahı yoktu. Ama Kraliçe yine de rövanşı aldı. Ertesi gün Hollanda Aslanı nişanı verdiği Cumhurbaşkanını bu defa Lahey'de Binnenhof'tan uğurlarken yüzünde güller açıyordu. Neden mi? Çünkü Gül'ün heyetindeki korumalardan biri araba çalışınca dengesini kaybedip düşmüştü. Bir gün önceki sıkıntısından belki, Beatrix de kendini tutamayıp kıkırdadı. Algemeen Dagblad keyifli Kraliçe'yi bu defa ön sayfaya taşıdı. Yakışıyor mu şimdi!

Rövanş işte! Ama maç bitmedi. Kraliçe Beatrix 13 Haziran'da Türkiye'de.

Asabi kraliçe fotoğrafı: Antoin Peeters
Gülen kraliçe fotoğrafı: Patrick van Katwijk

başbakan ve bisikleti



Cumhurbaşkanı Abdullah Gül burada. Sevdiğimiz tabirle "temaslarda" bulunuyor.

Bugün de Başbakan Mark Rutte'yle temas etti ki, bir detay olmasa medyamız öyle üstünkörü geçip gidecekti.

Rutte görüşmeye bisikletine atlayıp geldi. Güzel tabii. Herkes bisiklet kullanıyor, başbakan da kullansın. Ahmet Necdet Sezer'in Migros alışverişini kendisi yapmasını ya da kırmızı ışıkta beklemesini, Erdal İnönü'nün şemsiyesini kimselere kaptırmamasını severdik. Bisiklet kullanan başbakan da bize sempatik gelir. Doğaldır, hoşuna gitti Türkiye medyasının. "Halktan biri" sıfatını şak diye yapıştırdı.

Buradaki bakış biraz farklı. Medya, Başbakan'ın imaj çalışması yaptığını yazıyor. Tam da o "halktan biri" sıfatına oynamak için.

Hadi bir de dedikodu vereyim: Rutte'nin, bisikletini ancak birkaç yüz metre sürdüğünü, sonra da kendini bekleyen makam aracına binip gittiğini söyleyen de var. Bir yere gelirken de aynı şekilde yapıyormuş tabii. Arabadan in, bisiklete bin, halkın arasına karış... Ben görmedim, günahı söyleyenlerin boynuna.

Bisiklet meselesinde Hollandalılar haklı olabilir. Gerçekten de biraz imaj çalışması kokuyor. Yine de benim Rutte'yi takdir ettiğim bir başka mesele var. Buraya ilk geldiğimde Newsweek Türkiye için yazmıştım (blogda da var, şuradan bakabilirsiniz.) O günlerde Rutte kabinesini yeni kurmuştu ve haftada iki saatliğine yaptığı bir işi başbakan olduğu için bırakmak istemiyordu. Bir lisede sosyoloji ve yurttaşlık bilgisi öğretiyordu. Parlamento'ya dilekçe verdi; öğretmenliği sürdürdü. Yani Hollanda'da doğrudan Başbakan'dan yurttaşlık bilgisi dersi alan çocuklar var.

Son not: Başbakan bisiklet kullanıyor ama o bisiklet Gazelle. Epey de pahalı bir modeli. Benim sekizinci el bisikletimle karşılaştırınca Ferrari'ye biniyor sayılır. Hani nerede halkçılık!

Fotoğraf: Hebbedekiek, Roel Rozenburg

önce ekmekler bozuldu

Fotoğraf, Tunus'ta başlayan Arap Baharı'nın meşhur karelerinden. Üzerinden neredeyse bir yıl geçti. Polislere "ben tekim siz hepiniz" diyen adamın elinde silah niyetine ekmek var. Tuhaf.

Ama deli işi de değil. Hollanda televizyonlarından haber programı Tegenlicht, meseleye, kimsenin bakmadığı bir yerden, fiyat spekülasyonları açısından da yaklaşmış. Sonuç: Arap Baharı'nın arkasında bir şey daha çıkıyor: Ekmek...

Şunları söylüyor program: Tunus'un otoriter rejimi, isyana kadar ekmeğin fiyatını sabit ve düşük tutuyordu. İsyanın ürettiği kaos ortamında, manipülasyon başladı ve fiyatlar iki katına çıktı. Sonra daha da tırmandı. Chicago ve Londra borsalarındaki hedge fonlarının, emeklilik fonlarının ve devletlerin de spekülasyona katıldığı karışık bir düzen bu. Tegenlicht, işte bu fiyat sisteminin isyanı hızlandırdığını söylüyor.

Arap Baharı'na buradan bakanı görmemiştim. Bakalım ileride tarihi buradan yazanı görecek miyiz?

yağmur yağıyor


Gazetecinin iyisi, takip edendir. Hollanda'nın delifişek gazetesi NRC Next de takip etmiş, Afrika Boynuzu'na yağan yağmurları manşetinden veriyor. Kenya ve Somali'nin kurak toprakları nihayet biraz nemlendi. Köylerinde kalanlar yıllar süren kuraklıktan sonra doğru dürüst bir ekim yapabilecek. Mülteciler için de muhtemel bir dönüş sinyali.

Kural bozulmadı; iyi olan değil kötü haber ilgi çekiyor. Bizde Başbakan'ın mülteci kampları gezisinin ardından mesele unutulmuştu. Halen de karnımızın üstüne yatıyoruz. Türkiye dünyanın merkezinde ya; sanırım bu yüzden sınırlarımızın dışında da bir yaşam olabileceğine ihtimal vermiyoruz

Yağmurlar, kısmen de insani yardım, durumu biraz düzeltti ama felaketin önü alınmadı henüz. BM'in rakamlarına göre 250 bin insan halen açlıkla boğuşuyor; gelecek yıl toplanması gereken mali yardım ise yaklaşık 1 milyar dolar (bu yıl 800 milyon toplandı.)

hollanda'dan türkiye manzaraları



Türk Silahlı Kuvvetleri'ndeki istifalar dışarıda da ses getirdi; haberi ufak da olsa görmeyen gazete yoktu. Ama Hollanda'dan nrcnext çıtayı yükseğe koydu; dünkü ön sayfasını bu konuya ayırdı. Manşette "ordu artık patron değil" diyorlar. Bu tespite çok önem veriyor olmalılar ki, Türkiye'ye bu kadar uzak ülkelerinde bile günün haberi saymışlar. 2008'de Hollanda'da "yılın gazetecisi" ödülünü alan Bram Vermeulen'in İstanbul'dan gönderdiği makale epey uzun, iki sayfaya yayılıyor. Kırık dökük Felemenkçemle sökmeye uğraştığım satırbaşları aşağıda:

- Türkiye değişti diyor makale, bunun en sağlam örneği olarak da istifalardan sonra kimsenin sokağa çıkmamasını gösteriyor.

- Gazete, halkın da artık orduyu "düzenin koruyucusu" olarak görmediğini iddia ediyor.

- Beri yandan, ordu zaten değişmişti, de deniyor. Bram Vermeulen'e göre "komplo teorileri ve müdahalelere uzak" Gen. Işık Koşaner şahinlerin üstünü çizdiği bir isimken Genelkurmay Başkanı olabildi.

- Vermeulen, bu değişimde Erdoğan'ın taktisyenliğinin önemli rolü olduğunu da söylüyor.

- Uzaklığın getirdiği handikaplar da var tabii. Makaleye göre Soğuk Savaş döneminde TSK tam dört darbe yapmış. Şu anda da her köyde bir askeri birlik bulunuyormuş.

- İçeride ne zırvalarsa zırvalasın, Taraf dışarıda iki sıfatla tanınıyor: Antimiliter, antiotoriter. Bu kervana nrcnext de kapılmış. Koyunun olmadığı yerde keçinin durumu malumdur, doğal.

- Makalede hükümet biraz kayrılır gibiyken, yandaki kutu-haber (konu Tutuklu Gazete, yazarı yine Vermeulen) hükümete (ve Türkiye'ye) fena yükleniyor. İşte başlık ve spot: Hapishanede çıkan bir gazete. Türkiye'de demokrasi bu.

tavşanlar nerede



Norveç katliamından sonra Avrupa'daki nefret tüccarları korkuyla köşelerine çekildi. Bu korkunç adamlar (adam diyorum çünkü çok az kadın var içlerinde) hep böyleler; meydanı boş bulduklarında esip gürlüyorlar ama tehlikeyi sezdiklerinde tavşan gibi siniyorlar. Kayboluyorlar.

Bir numaralı tavşan, Hollandalı Geert Wilders elbette. Ortalarda yok. Ama ülkenin akil yayınları onu boy göstermeye zorluyor. Daha çok gençlere hitap eden entelektüel gazete nrcnext (radikal'in ideal versiyonu olarak bakabilirsiniz), dün Wilders'e "top şimdi sende" diye seslendi bile. Top dediği de bildiğin bomba. Norveç formalı katil zanlısı Anders Breivik'in ayaklarından kaleci rolündeki Wilders'e geliyor. nrcnext'in ön sayfaları genelde güzeldir ama bu defa cesur da.

Bakalım Wilders o kadar cesur olacak mı?

hoşçakal 25



Kıbrıs’ta askerlik yaparken Nisan ayında 40 dereceyi görmüştüm. Değil koşmak, sürünmek, adım atmakta bile zorlanıyorduk. Neyse ki emir geldi de kamuflajın en üst düğmesini açabildik.

Yine Nisan, ama şimdi Amsterdam… Bu defa 25 derece. “Çok soğuk olacak, gün yüzü görmeyeceksiniz” baskısından mı nedir, Kıbrıs kadar sıcak geliyor. Üstelik görünmez bir yerden emir gelmiş olmalı ki, ahali anında kışlıkları kaldırdı; şort, tişört ve parmak arası terlikler kullanıma sokuldu. Evin karşısında, kanal kenarında güneşlenenler var. Çatısız evlerin damları zaten dolu.

Bir de denize girenler var tabii. Buraların Hürriyet’i De Telegraaf manşetinden bayram ediyor mesela. 25 derece. Sonrası malum: Hollandalı güzeller sahillerde sere serpe. Yalnız şaka değil…

Bir haftadır durum buydu. Yarın gidiyormuş bu havalar. Yazık.

mutsuz bir lider için isim çalışması



Birlik ve beraberliğe ihtiyacımız olan bu günlerde diye söylenip durulur ya, o günün bugün olacağı aklıma gelmezdi. Kim ne derse desin, Türkiye basını Libya meselesinden birlik ve beraberlik içinde çıktı. En azından telaffuz açısından...

Yorumlar farklıydı ama hiç kimse Libya'nın başı dertte liderine 'Kaddafi'den başka bir isimle seslenmedi. Beri yandan, yabancı basını okurken telaffuz bolluğundan başım döndü. Ama bu konuda kimse Hollandalılar'ın yanına yaklaşamaz. Hollanda basınında her gazete Libya liderinin ismini kafasına göre yazdı. Kendi isimlerini telaffuz ederken bile kafaları karışıyor, belki ondandır.

Kaddafi listesine buyurun:

Trouw: Kadafi (Trouw'un sade dizaynına bu basit söyleyiş yakışırdı zaten)
De Telegraaf: Gadaffi (Egzotik bir yaklaşım, gazetenin hiçbir şeyden anlamayan çizgisine yakışıyor)
Metro: Kaddafi (Kesin bir Türk çalışıyor orada)
Algemeen Dagblad: Khadaffi (en zoru bu, bu söyleyişe nasıl ulaştılar, çok merak ediyorum)
Volkskrant: Kadhafi (bunu hiç bir Hollandalı telaffuz edemez, fazla entelektüel olmak tam da böyle bir şey, Volkkrant'ın kendisi gibi)

oktay opaz

Ben Octavio Paz demiştim; yanlış anlaşılma işte, karşıdaki Oktay Opaz dediğimi sanmış. Öyle de yazmış.  Düzelttik sonra.  Ya Oktay Opaz? Sen...