Bir yerden kovulmak sevimsiz. Kimse yaşamasın isterim. Ama gazetecilik işte teknik direktörlük gibi; Türkiye’de bir yerden sonra illa kovuluyorsunuz. Durum bu.
Tabii son on yıldır, belli bir kesim için, daha doğrusu medyanın kendini ‘muhafazakâr olarak tanımlamayan’ kesimi için, durum haydi haydi bu. Bugün onlarca gazeteci sistemin dışında. Ya da kendilerini körelten yerlerde çalışmak zorundalar. Gidebilecekleri bir yer yok artık. Oysa mevcut gazete ve televizyonların dışında, herhangi bir gazeteyi ve televizyonu ferah ferah kalkındıracak iyi isimler var.
Birer birer işten atıldılar. Bazıları özellikle attırıldı. Medya yeniden dizayn edilirken, kartlar dağıtılırken “seni istemiyoruz” denildi. Bitti.
Şimdi üç muhafazakâr yayın yönetmeninin kovulmasını konuşuyoruz. Mahallelerinin ağır abileriyken birdenbire kendilerini kapının önünde buldular. Patron tasarrufuymuş. İnanmadık ya, peki… Normaldir, gazetecilik bu, burası da Türkiye…
Ben esas o mahalleden yükselen itirazlara takıldım. Birçok yazar (belli ki kendi çaplarında bir cesaret örneği göstererek) seslerini yükseltti. Uhuvvet ne oldu, kardeşlik yara aldı, dava sıkıntıda, mahalle çürüyor, falan filan…
Bu ülke son yıllarda o kadar sarsıntı geçirdi, Gezi’yi, Soma’yı, yolsuzlukları, türlü türlü operasyonu yaşadı, bu denli şikâyet etmemişti çoğu. Canlarının yandığını bu kadar göstermemişlerdi.
Kendilerine yapılan haksızlık daha önemliymiş demek ki. ‘Adalet’ sözcüğünü altını çize çize kullanıyorlar artık.
Hele içlerinden biri şu soruyu sorabildi: “Yeni bir medya dizaynı mı geliyor? Medya dizaynı bir tür yeni muhafazakâr sporu/eğlencesi mi?”
Kendi keyifleri yerinde olduğu sürece seslerini yalnızca tuttukları taraf için kullananlar, başkalarının acılarını hissedemeyenler... Belki bunca zamandır bağıra bağıra gelenin ne olduğunu böyle anlarlar.
YanıtlaSil