Evdeyiz.
Evde kalabiliyoruz. Evde kalabildiğimiz için evdeyiz. Ya da zaten gidecek bir işimiz, ofisimiz, fabrikamız yok.
Herkes için değil belki, uzun süreliğine de değil belki ama evde kalabilmek ayrıcalıkmış, onu öğrenmiş olduk. Sınıfsal bir ayrıcalık çoğu zaman.
Bir yandan da ruhlarımızın derinlerine, çok gizli bir yere, şu dünyanın işleyişinde yaşamsal bir öneme sahip olmadığımız bilgisini sakladık. Ustalıkla gizlemişizdir muhtemelen. Bir gün geri dönüp bulamayalım diye.
Çok önemli olabiliriz tek tek. Başkaları için de çok önemli olabiliriz. Yaptığımız iş dünyalar değiştiriyor, ufuklar açıyor, milyonlarca insana değiyor bile olabilir.
Ama şu an evimizi laboratuvara çevirmiş aşı bulmaya çalışmıyorsak, maske dikmiyorsak, yaşamsal öneme de sahip değiliz, kabul edelim.
Çarkları çeviren biz değiliz. Dünyayı kuranlar biz değiliz. Evde kalarak kurulmuyor dünya. İşine gitmek zorunda olanlar kuruyor. Can kurtaranlar, alanlar satanlar, dışarıda yaşananları anlatanlar… Evde kalma seçenekleri olsaydı kalırlardı ama gitmek zorundalar, gidiyorlar.
Başrolde olan onlar.
Onlar sistemi, toplumu ayakta tutuyor. Dünyayı kuruyorlar. Eyliyorlar.
Toplumu ayakta tuttukları için, eyledikleri için, üretimden gelen bir güce sahip oldukları için, canları pahasına her gün işe gitmek zorunda kaldıkları için, hepsi ve daha fazlası için bunların, devrimcilik potansiyelleri de var. Hep vardı.
Fotoğraf: Helsinki’deki Üç Demirci Anıtı (Kimmo Brandt)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Sen ne dersin?