Kütüphanede oturup çalışıyorum.
İnsanlar geliyor gidiyor. Oturuyor kalkıyor. Gazete okuyorlar. Dergi karıştırıyorlar. Kitaplara dalıp gidiyorlar. Yazıyorlar. Çalışıyorlar.
Bir de onlar var.
Bir masaya oturmuş, hiçbir şey yapmadan duruyorlar. Okumuyorlar yazmıyorlar çalışmıyorlar. Birçokları gibi telefonlarını da karıştırmıyorlar. Uzaklara bakıyorlar. Bazen pencereden dışarı. Bazen karşıdaki duvara. Bazen önlerinde oturan kişinin sırtına… Kendi zihinlerinin içinde dolaşıyorlar.
Yadırgamıyorum, yanlış da bulmuyorum bunu. Kimse sürekli bir şeyle meşgul olmak zorunda değil. Hele bu çağda böyle kesintisiz bir düşünce seline kapılmak, kapılabilmek müthiş bir lüks.
Ama şaşırıyorum doğrusu. Bunca materyalin ortasında, her yan okuyacak, bakılacak, dinlenecek şeyle doluyken, nasıl hiçbirine gönül indirmeden kalabiliyorlar?
Bir de bunu neden kütüphanede yapıyorlar?
Çalışan düşünen insanların arasında olmak daha huzurlu mu geliyor? Sessizlik mi onları çekiyor? (Kütüphaneler çok da sessiz sayılmaz ama birçok yerden daha sessiz yine de.) Bu mekânlar onlar için rahat mı? Korunaklı mı? Hiçbir soruyla ilgilenmeyecek kadar dertliler mi? Tam aksine, kaygısızlar mı yoksa?
Kendi zihnimin içinde dolaşırken onlara da rastlamayı umuyorum. Orada belki konuşuruz, sorarım, anlatırlar.
Ama aramaya çıktığımda çoktan gitmiş oluyorlar. Başka bir kütüphaneye, başka bir zihne, kendi zihinlerinin derinlerine…
*
PS: Resim, İrlanda'daki Trinity College Library