bir plak gibi dönüyor gökte mavilik



Kosova notlarının artık sonuna geliyoruz ama bir iki husus daha var ki, bahsetmeden geçmek olmaz. Kosova kelimesi, malum, çocuk zihinlerine, dakika bir gol bir kabilinden, savaş kelimesiyle beraber iliştirilir. Birinci Kosova savaşı, ki tarihi 1389’dur, Osmanlılar’ın Balkanlar’daki yerini sağlamlaştırması, ilerlemeyi garanti altını alması ve bir de Padişah 1. Murat’ın (Hüdavendigâr) savaş meydanında öldürülmesiyle bilinir. Rivayetler muhtelif, en çok anlatılanı tekrar edelim: Milos Obilic adlı bir Sırp soylusu, Müslüman olacağını duyup ona doğru yaklaşan Hüdavendigâr’ı hançerlemiştir. Obiliç oracıkta öldürülür. 1. Murat’ın iç organları Kosova’ya gömülür, bedeni Bursa’da defnedilir (iç organların gömüldüğü noktada, yüzyıllardır Buhara kökenli bir ailenin başında beklediği bir türbe bulunuyor.) Yıldırım Bayezid padişahlığı devralır.

Kosova Savaşı, bizim için tarih kitaplarında sade bir paragraf. Sırplar içinse bu yenilgi çok daha fazla anlam ifade ediyor. Hüdavendigâr’ı öldüren Obilic’i direnişi başlatan bir kahraman olarak biliyorlar. Bu savaşın anısına inşa ettikleri kuleye (üzerinde savaşa katılmayan Sırplar’ın lanetlendiği bir yazı bulunuyor) çıktığımda, başkent Priştine’nin yanıbaşındaki savaş meydanınının kulenin etrafında göz alabildiğine uzandığını gördüm. Bizi gezdiren Arnavut kökenli Salih Bey temiz bir Türkçe’yle, parmağıyla karşıki tepeleri işaret ede ede, sanki her şey dün olmuş gibi anlatıyordu: Osmanlı kuvvetleri işte şu tepelerin arkasındaydı, geceleyin mehtere başladılar, Sırplar şu noktada saldırıya geçti, sonra 1. Murad’ın oğlu Şehzade Yıldırım Bayezid şuradan gelip yetişerek Sırplar’ı yardı.

Bir şey daha var: Slobodan Miloseviç, 1989’da, yani savaşın 600. yıldönümünde Sırp birliğini savunan ateşli bir konuşma yaparak çok değil üç yıl sonra olacakların işaretini vermişti. Bu konuşmayı nerede yaptığını tahmin edersiniz. Kulenin hemen önündeydi.



Kulenin tepesinde dikilmiş, Temmuz güneşinin altında etrafa, bereketli Kosova topraklarına bakıyorum. Meydan savaşlarına (ne birincisine, ne de 1448’deki ikincisine) ait hiçbir iz yok. On bir yıl önceki Sırp-Arnavut çatışmaları bile kulenin yanına yaklaşmıyor sanki. Uzaklarda iki genç adam bezgin bir atın yanı sıra yürüyor. Tito’nun Yugoslavyası’na ait bir termik santral duman püskürtüyor. Hepsi bu kadar. Her şey geçip gitmiş. Ova komik bir şekilde Hobbitler’in Shire’ına benziyor. Bir de yer gök masmavi. Edip Cansever’in de dediği gibi “bir plak gibi dönüyor gökte mavilik.”

Gerçekten her şey geçip gitti mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sen ne dersin?

zamanım yok

O kadar hızlı geçiyorlar ki kaldırımlardan. Omuzları düşük, başları öne eğik, rüzgârlı virgüller. İki nokta arasının doyumsuz seyyahları. Ak...